Kanserde Hasta-Hekim İlişkisi
Dr. Elif ATICI
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji A.D.
Kanser , hastada çok yönlü psikososyal sorunlara neden olan bir
hastalık grubudur. Sadece takip gerektiren bir durumdan radikal
tedavilere kadar çok geniş bir yelpaze içerisinde
değerlendirilmektedir. Kötü bir üne sahip hastalık tanısı almak,
organ işlevlerinde bozukluk, organ kayıpları, tedavinin yan
etkileri ve maliyeti, yaşam kalitesinin bozulması, iş gücü kaybı
gibi ilk anda akla gelen sorunlar hasta ve hekim arasındaki
ilişkiyi de etkilemektedir. Bu zor tanı ile baş edebilme ve
tedavi sürecine uyum sağlama, güçlü bir hasta-hekim ilişkisini
gerektirmektedir.
Kanser hastası ve hekim arasındaki ilişkide ortaya çıkabilen
sorunlar hastadan, hastalığın özelliğinden ve hekimin
yaklaşımından kaynaklanır. Elbette buna dördüncü şık olarak
sağlık sistemindeki yetersizlik ve aksaklıkların getirdiği
eşitsiz bir sağlık hizmeti sunumunun yarattığı olumsuzlukları da
eklemek gerekir. Altyapı, personel ve donanım eksikliği, hekimin
aşırı iş yükü, kötü hastane işletmeciliği ve finans sorunları
gibi dış etkenler hasta-hekim ilişkisini bozan diğer sorunları
oluşturur. Ancak sayılan bu sorunların ortadan kaldırılması,
devletin sağlık politikası ile ilgili olup, konumuz dışında yer
almaktadır. Bununla birlikte hastayla doğru iletişim kurma
hekimin becerileri arasında yer almak zorundadır, çünkü iletişim
doğrudan hekim tarafından yönetilebilen bir olaydır. Hekimin,
mesleki bilgilerini profesyonelce uygularken hastayla
iletişiminde yetersiz kalmasının sonucu hasta memnuniyetsizliği,
hizmet kalitesinin düşmesi, tedaviden istenilen yararın
sağlanamaması, hatta hastanın tedaviyi reddetmesi olabilir.
Kanser de, hastalık yaşantısının belirsizliği, hastanın bu
beklenmedik duruma uyum sürecinin uzamasına ve geleceğe ilişkin
belirsizlik ve ölüm korkusunun artmasına yol açabileceği gibi,
hastanın tedaviye bağlı olarak bedeninde meydana gelen
değişikliklerden rahatsızlık duymasına neden olabilir. Bu
nedenlerle, hasta ve hekim arasındaki ilişkide güven duygusunun
geliştirilmesi, bunun için de hastayla işbirliği içerisine
girilmesi ve hastaya biyo-psiko-sosyal bütüncül yaklaşımda
bulunulması önemlidir.
Günümüzde hekimlerin giderek daha fazla bilim, teknoloji ve
sağlık ekonomisi konularına odaklanmalarının beraberinde
hasta-hekim ilişkisine getirdiği tehlike, hastaların durumlarını
anlamayan ya da hastanın beklediği şefkati gösteremeyen
hekimlerin yetişmesidir. Oysa hasta-hekim arasındaki kişiler
arası ilişkinin niteliğinin, klinik sonuçların yeterliliği için
önemli olduğu, bu niteliğin büyük ölçüde hekimin becerilerine
bağlı olduğu ve bu becerinin klinik yeterliliğin belirlenmesinde
dikkate alınması gerektiği vurgulanmaktadır.
KANSER HASTASI VE HEKİM İLİŞKİSİNİ ETKİLEYEN UNSURLAR
1. İlişki Modeli
Hasta ve hekim arasındaki ilişkinin, paternalistik ya da
karşılıklı katılıma dayalı (hasta merkezli) bir ilişki olması,
hasta-hekim iletişimini, hastanın bilgilendirilmesini ve
tedaviye katılımını etkilemektedir. Ancak her iki ilişki türünün
de eksi ve artıları vardır. İlişkide paternalistik tutumun
sonucu hasta özerkliğine saygının göz ardı edilmesidir.
Paternalistik ilişkinin hasta özerkliğini zedelemesi, hekimin
her türlü kararı hasta adına almasının doğal bir sonucudur.
Paternalistik tutum gösteren hekimin davranışını açıklayabilecek
iki durum vardır. Birincisi, hekim, hastanın katılımının
sağlanması ile hastanın psikolojik açıdan zarar göreceği,
tedaviden beklenen yararın zedelenebileceği, hatta hastanın
tedaviyi reddedebileceği düşüncesi ile hastaya karşı olan
duyarlılığına dayanarak paternalistik tutum gösterebilir.
Böylece hekim, tıbben yararlı olabilmek kaygısıyla hastasının
dilek ve istemli eylemlerini yok saymakta, hastasını kendi
belirlediği doğrular yönünde davranmaya zorlamaktadır. Bu tutum,
tıbbi gerçeği hastadan saklamak ya da ona hiçbir bilgi vermemek
boyutunda olabilir. İkincisi ise hekimin hastanın isteğini göz
ardı etmesi ve kendisini tek söz sahibi olarak görmesidir.
Birinci durumda, kaygı duygusu ve paternalistik yaklaşımla bir
anlamda hekimin hastaya yararlı olma isteği, ikinci durumda ise
sadece hekimin istemi söz konusudur.
Literatürde hastanın yaşam beklentisini ve yaşam kalitesini
etkileyen kanser gibi hastalıklarda, hasta ve hekim arasındaki
ilişkinin ortaklık ve işbirliğine dayanması, tıbbın amacı olan
hastanın yararının sağlanmasında önemli bir basamak olduğu kabul
edilmektedir. Hastanın özerkliğine saygının, dolayısıyla
hastanın aydınlatılmış onamının yasal ve etik açıdan gerekli
görülmesi ile birlikte toplumda eğitim düzeyinin artışı,
karşılıklı katılıma dayalı ilişkinin hasta ve hekim arasında
kurulmasını zorunlu hâle getirmiştir. Bu ilişki türünde, hasta
ve hekimin ortak amacı hastanın yararının sağlanmasıdır ve bunun
için tanı ve tedavi sürecinin birlikte yürütülmesi, kararların
birlikte alınması, uygulanması ve denetlenmesi, hekimin olduğu
kadar kanser hastasının da sorumluluğudur. Bunun
gerçekleştirilebilmesi için, öncelikle hasta ve hekim arasında
sağlıklı bir iletişimin kurulması, hastanın bilgilendirilmesi,
sorularının yanıtlanması ve endişesinin giderilmesi gereklidir.
Her aşamada hekimin empati kurması, hastanın beklentilerini
anlaması açısından önem taşır. Hastanın alınacak kararlara
katılımı sadece uygulanması planlanan tedavi ile sınırlı
görülmemelidir. Tıbbi karar sürecinin her aşamasında bu tavrın
sürdürülmesi gerekir. Hastanın fizik muayenesinden, istenilecek
tetkiklere kadar hasta onayının alınarak hareket edilmesi,
hastanın işbirliğini sağladığı gibi, hastanın önemsendiğini
hissetmesini ve beraberinde hekime duyduğu güvenin artmasını da
sağlayabilir. Sayılan bu yararlar, ancak hasta-hekim ilişkisinin
karşılıklı katılım temeline dayandırılması ile olanaklıdır.
Hasta-hekim ilişkisinde karşılıklı katılıma dayanan ilişkinin
geliştirilebilmesi için gerekli unsurlar, hekimin hastaya
yeterli zaman ayırması ve empatik yaklaşımda bulunmasıdır.
Hastanın psikososyal açıdan değerlendirilmesi, hastanın
katılımının ve memnuniyetinin sağlanması için zaman; hasta ve
hekim arasındaki uyuşmanın desteklenmesi için ise hasta ve hekim
arasında empatik iletişimin kurulmasına gereksinim vardır. Bazı
hastalar, bilgilendirilmeyi, kararlara katılımı ve hekim ile
işbirliği içerisinde bulunmayı isteyerek, karşılıklı katılıma
dayalı bir ilişki beklentisindedirler. Bazıları ise kontrolü
tamamen hekime bırakmak ve bilgilendirilmeme hakkını kullanmak
isteyerek, hekimden paternalistik tutum beklentisinde
olabilirler. Bu nedenle, hasta beklentilerinin hekim tarafından
iyi analiz edilmesi gereklidir. Kanser hastası ve hekim
arasındaki ideal ilişkinin adının belirlenmesi ya da nasıl
olması gerektiği, hekimin tercihine göre değil, hastanın
beklentisi doğrultusunda olmalıdır. Hastanın beklentilerinin
farkında olan bir hekim ise zor bir hastalık karşısında
bilgilendirmeyi ne zaman ve nasıl yapacağının ipuçlarını elde
eder.
2. İletişim
Kanser hastalarına hizmet veren hekimlerin, bu hasta grubunda
ortaya çıkan kendine özgü sorunlarla başa çıkma ile ilgili
sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi,
hekimlerin hastaları ile kuracakları doğru iletişim ve empatik
yaklaşım ile olanaklı görülmektedir. Kanser hastalarında, tanıyı
reddetme; reaktif depresyona girme; başına gelen bu kötü olay
nedeniyle çevresini suçlama; hastalığın ilerlemesi ve ölüm
korkusunun hâkim olduğu dönemde, hekimin yeterince ilgilenmediği
düşüncesi ile hekimi sorumlu tutma gibi sorunlar
görülebilmektedir. Bütün bu sorunların hasta açısından kolay
anlaşılabilir nedenleri olmakla birlikte, bazen hastaların
değerlendirmeleri tamamıyla hastanın gerçeklerden kopmasına yol
açabilir. Doğru iletişim ile hekim, kendisini hastanın yerine
koyarak sorunun kaynağını belirleyip çözüm üretebilir. Aynı
zamanda hastanın beklentilerinin farkına vararak hastayla
ilişkisinde izleyeceği yol hakkında ipuçları elde edebilir.
İletişimin iyi yönetilmesiyle kanser hastası ve hekimi
arasındaki ilişkide birçok sorunu ortaya çıkmadan önlemek,
ortaya çıkmış bir sorunun ise daha kötü sonuçlara neden olmasını
engellemek olanaklıdır. İletişimin yönetilmesinde öncelikle
yanıtlanması gereken sorular; kanser hastasının beklentisinin,
isteminin, gereksiniminin neler olduğudur. Hastanın hekime
başvuru nedeni ve beklentilerinin doğru olarak algılanması,
hastaya en doğru yanıtın verilmesini ve verilen yanıtın
aktarılmasında en iyi yolun belirlenmesini sağlar. İletişimde
mesajın doğru biçimlendirilmesi ve aktarımı kadar hastadan
alınan geri bildirimlerin de değerlendirilmesi gereklidir.
İletişim becerileri, yaşamı tehdit eden hastalıklarda hastaların
bakımında özel bir yere ve öneme sahiptir. Hasta-hekim
ilişkisinde sağlıklı bir iletişimin kurulması ile hastanın
psikososyal sorunlarının değerlendirilmesi, güven duygusunun
geliştirilmesi, hastadan doğru bilginin alınması, hastanın
yeterli ve doğru şekilde bilgilendirilmesi, hastanın tıbbi
uygulamalar için onamının alınması, hasta ile işbirliğinin ve
hasta memnuniyetinin sağlanması olanaklı olacaktır. Ayrıca doğru
iletişim ile hastanın olumlu biçimde davranması ve işbirliğinin
sağlanması için, hasta üzerinde kontrol kurmak yerine hastanın
katılımcı olarak yer aldığı ve görüşünün paylaşıldığı bir
yaklaşımın gerçekleşmesi de desteklenir. Hasta ve hekim
arasındaki iletişimde hem hastadan hem de hekimden
kaynaklanabilen güçlükler görülebilir. Kanser hastası elinde
olmayan, ani olarak ortaya çıkan bir nedenle hekimle
planlanmamış bir ilişkiye girmek zorundadır. Hastanın fiziksel
şikâyetlerinin yanı sıra korku ve endişeleri vardır. Endişe,
korku ve panik hastanın olduğundan daha agresif olmasına,
kendisine iletilenleri yanlış yorumlamasına neden olabilir.
Bununla birlikte hasta, hekimden olabileceğin üzerinde bir
beklenti içerisinde bulunabilir. Hekimler açısından ise sağlıklı
iletişim kurmanın önündeki engeller; aşırı iş yükü, hastaya
ayrılan zamanın azlığı, stres ve tükenmişlik duygusunun neden
olduğu umursamazlık, personel ve donanım eksikliği ile ekonomik
beklentilerdir.
Hekim için kanser hastasıyla olan ilişkide, tanının söylenmesi
en çok güçlük yaratan, genellikle ertelenen ve kaçınılan bir
konudur. Hastanın durumu hakkında bilgilendirilmesi hasta
özerkliğinin bir gereği olmakla birlikte, hasta özerkliği adına
hastayı yalnız bırakmak da hastaya yararlı olma ilkesi ile
çelişmektedir. Hekimlerin bu çelişkiyi yaşamasının nedenleri
arasında, iletişim becerilerine duyulan güvensizliğin önemli bir
yeri vardır. Burada vurgulanması gereken konu, tanının hastaya
söylenip söylenmemesinden çok, kötü haberin hasta ile nasıl
paylaşılacağıdır. Son yıllarda iletişim ve bilgilendirmenin,
hastaların kanser le baş edebilmelerinde önemli yardımı olduğu
kabul edilmektedir. Hastanın duygularını, içinde bulunduğu zor
durumu kavramak ve hastanın yaşam savaşında onun yanında yer
almak hekimin sorumluluğudur. Tedavisi olanaklı olsa da çoğu kez
ömür boyu hastalıkla birlikte yaşamayı gerektiren ya da
tedavinin başarılı olamayacağı ve ölümün kaçınılmaz olarak
beklendiği lösemi hastalarında, iletişimin ve bu iletişim
içerisinde empatik yaklaşımın önemi daha da belirginleşmektedir.
Empati uygun biçimde kullanıldığında, hasta-hekim arasında daha
iyi bir işbirliğinin sağlanmasına, hastanın kendisini daha kolay
ifade edebilmesine, bilgi aktarımı sorunlarının aşılabilmesine
ve ilişkinin geliştirilmesine yardımcı olabilir. Ancak uygun
biçimde kullanılmadığında, hastanın kendisini anlaşılmamış
hissetmesine ve hekimle işbirliği kuramamasına neden
olabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta,
hekimin hiçbir zaman gerçeklikten ve objektiflikten
kopmamasıdır. Hastasının tepkilerine tamamen hak verip, onun
kadar üzülen ve hatta depresyona giren bir hekim, hastaya
yararlı olmak için sahip olması gereken “serinkanlı ve objektif”
ve “gerçeklerden kopuk olmaması” gereken konumunu kolayca
yitirebilir. Kanser hastalarında olduğu gibi bu hastalıkları
tedavi eden hekimlerde de depresif semptomların ortaya çıktığı
bilinmektedir. Tedavisi için çaba sarf ettiği hastalarını ardı
ardına kaybetmenin, hekimde “umutsuzluk” ve “boşa uğraş verme”
şeklinde duygulanımlara neden olması, hastayla iletişimde
olumsuz mesajlar vermesine ya da iletişim kurmaktan kaçınmasına
neden olabilir. Böyle bir durum ise hastaya verilmesi gereken
psikososyal desteğin geri çekilmesine, tedavi alternatiflerinin
göz ardı edilebilmesine neden olabilir.
3. Hastalık Yaşantısında Belirsizlik
Belirsizlik, herhangi bir durumu kontrol edememekten kaynaklanan
yetersizlik duygusu ya da yaşantıdaki olayların anlamını
açıklamadaki yetersizlikten kaynaklanan bilişsel bir durum
olarak tanımlanmaktadır. Hastalıkta yaşanan belirsizlik ise
hastalıkla ilgili olayların anlamını belirleme yetersizliğidir.
Hastalık yaşantısı, hastalarda belirsizlik duygusuna neden
olmakta, belirsizlik ise hastaların duygularını olumsuz olarak
etkilemektedir. Belirsizlik; stres, psikososyal uyum sorunları
ve negatif duygu durumları ile doğrudan ilişkili olup, umut,
beklenti, hastalıkla baş etme becerisi ve yaşam kalitesi ile
ters ilişkilidir. Hastalık yaşantısındaki belirsizlik algısını
etkileyen unsurlar; bilinmeyen olaylar, tahmin edilemeyen
bulgular, bilgi eksikliği, anlaşılır olmayan açıklamalar, yaşamı
kontrol edememe duygusu, tedavi etkinliğinin ve hastalık
prognozunun belli olmaması olarak sıralanmaktadır. Belirsizlik;
hastalıkların oluşumundaki tahmin edilemeyen nedenlerden,
olayların algılanmasındaki bireysel farklılıklardan, teknolojik
gelişim ile birlikte tanı ve tedavi yöntemlerinin artmasından
etkilenmektedir. Kanser de, hastanın her aşamada belirsizlik
yaşamadığı ve belirsizliğin bu hastalarda belirgin bir özellik
olduğu kabul edilmektedir. Tanı aşamasında “Acaba kanser
miyim?”, tedavi aşamasında “İyileşebilecek miyim?”, tedaviden
sonraki aşamada “Hastalığım tekrarlar mı?”, terminal dönemde ise
“Ne zaman öleceğim?” gibi sorular hastaların içinde bulundukları
belirsizlik tablosunu yansıtmaktadır. Tanı öncesi belirsizliğin,
hastalığın ne olduğuna yönelik; tanı sonrası belirsizliğin ise
hastalığın neden oluştuğuna, hastalık seyrinin ne olacağına ve
hastalıkla birlikte nasıl yaşanılacağına yönelik olduğu
görülmektedir. Kanser , genellikle aşırı duyarlılık,
kırılganlık, çaresizlik, ölüm ve bilinmezlikle ilişkili korkular
uyandıran bir hastalık grubudur. Klinik seyrin belirsizliği ve
tam iyileşmenin her zaman olanaklı olmaması, hastada endişeye
neden olur. Belirsizlik daha çok hastalığın tekrarlamasına
ilişkin yaşanılan korku, kontrol kaybı ve ölüm korkusundan
kaynaklanmaktadır. Belirsizlik, hasta tarafından bir tehlike
olarak algılandığında, kaygı oluşur. Belirsizliğin kaygıyı
arttırması, kaygı artışının da belirsizliği olumsuz etkilemesi
ile bir kısır döngü meydana gelmektedir. Kaygının yüksek olması,
hastanın hekime soru sormak istememesine ya da soru sormaktan
korkmasına, hastanın karar vermekte güçlük çekmesine neden
olabilir. Hastalığa yönelik belirsizlik arttıkça hastanın
psikososyal uyumu bozulmakta ve hastalığın olumsuzluğu ile baş
edebilme yeteneği önemli oranda azalmaktadır. Yine hastalıkla
ilgili yapılan rutin tetkiklerin sonucunun ve bir sonraki
aşamada ne olacağının bilinmemesi, tedavinin uzun sürmesi
durumunda belirsizlik daha yoğun olarak yaşanmaktadır.
Hastaların belirsizlik yaşadıkları pek çok durumda açık ve doğru
kullanılmayan dil ve gerçeği öğrenmek istedikleri hâlde doğru
olarak verilmeyen bilgi, hastanın daha çok belirsizlik
yaşamasına neden olabilmektedir. Oysa bilgilenme, kişinin
yaşamını tehdit eden bir durum karşısında, olayları objektif
olarak yorumlaması ve etkili baş etme davranışları
geliştirebilmesinde gerekli bir unsur olarak görülmektedir.
Görüldüğü gibi, hastalık yaşantısında belirsizliğin getirdiği
kaygı artışı, kanser gibi yaşamı tehdit eden ve yaşam kalitesini
bozan hastalıklarda, hastanın daha çok yarar sağlayabilmesi için
gerekli olan hasta-hekim işbirliğini, hastanın katılımını
olumsuz olarak etkilemektedir. Bu durumun giderilmesinde;
hastaya pozitif bakış açısı kazandırılması, hasta-hekim
ilişkisinde güven duygusunun arttırılması, hastanın gereksindiği
bilginin verilmesi, hastanın verilen bilgiye hazır olması ve
psikososyal desteğin sağlanması çok önemlidir. Yaşamın her
döneminde yaşanabilen ancak, hastalık durumunda daha da önem
kazanan belirsizlik kavramının hekimlerce bilinmesi ve hastayı
anlama, yardım etme ve tedavi süreçlerinde dikkate alınması
gerekmektedir. Hastanın tedavisini ve uyumunu kolaylaştırmak
için hastaya bütüncül yaklaşım, ekip hizmeti, hizmetin
etkinliğinin sağlanması önemlidir.
4. Dürüstlük ve Güven Duygusu
Hekimin mesleki bilgisinden ve becerisinden yararlanmak isteyen
hasta, hekime güvenmek zorundadır. Hekimine güvenen hasta ile
güven duyulan hekim arasındaki ilişkinin doğasında, hekimin
hastaya her zaman dürüst davranacağı ve hekimin hastanın
haklarını gözeteceği beklentisi vardır. Bu beklentiler nedeniyle
hasta, hekimin kendisinin yararına hizmet edeceğine inanmakta ve
güvenmektedir. Güven duygusunun zedelendiği durumda, hastanın
tedavi sürecine uyum sağlamaması; tedaviyi bırakması; hatta tıp
dışı uygulama arayışına girmesi olasıdır. Hastanın hekimine
güven duygusunda etkili olan unsurlar;
1. Hekimin ilgi göstermesi,
2. Hastaya zaman ayırması,
3. Hastanın sorularını açıkça ve dürüstçe yanıtlaması,
4. Hastanın gereksinim duyduğu bilgiyi yeterli ve anlaşılır bir
dil kullanarak vermesi,
5. Sadece hastalığa odaklanmaması, hastayı tedavi etmesi,
6. Hastayla olan ilişkisinde dürüst olması,
7. Beklenilen düzeyde mesleki bilgi ve beceriye sahip olması,
8. Mesleki bilgi ve becerisini hastanın yararına kullanmasıdır.
Kanser de hastanın güven duygusu; hekimin ilgisi, zor olan tanı
ve tedavi sürecinde hekimin desteği ve hastanın bilgilenme
gereksiniminin hekimi tarafından karşılanması konularında
yoğunlaşmaktadır. Hastanın, hekimin dürüstlüğüne ve haklarını
gözeteceğine dair güven duyması, büyük ölçüde hekimin hastanın
içinde bulunduğu belirsizlik duygusuyla baş edebilmesinde
hastanın istediği bilgiyi vermesine dayanır. Bireye kanser
olduğunun söylenmesi, o zamana kadar üzerinde durulmayan ölüm
gerçeğini açığa çıkarır. Ölümün bilinmeyenlerle dolu olması ise
her insanda değişik derecelerde korku yaratır. Bu nedenle
ölümcül hastalık tanısı konulan hastaya, tanının söylenip
söylenmemesi gerektiğine ilişkin tartışmalar sürmektedir.
Gerçekte ise hiçbir hastaya hastalığının öldürücü olduğu açıkça
söylenmemektedir. Durumu hakkında bilgi alma gereksinimi içinde
olan hastaya hastalığının ciddi olduğunu söylemekle birlikte,
tedavi uygulamaları hakkında bilgi vererek ümidin pekiştirilmesi
gereklidir. Hastalar, tanıları kendilerine açıkça söylenmese de
kendilerine gösterilen ilginin değişmesi, yaklaşım farklılığı,
kederli yüz ifadesi, kendi durumuna benzer şikâyeti olan
hastaların anlatımları gibi nedenlerle hastalıklarını tahmin
etmektedirler. Yine birçok hasta, tanının kendilerine kabul
edilebilir bir şekilde açıklanmasını beklemektedir. Hekimin
hastanın ümidini pekiştirecek tarzda yapacağı tedavi ile ilgili
bilgilendirme, hastanın gereksinim duyduğunda yanında olacağını
hissettirmesi, hastanın kendini güvende hissetmesini ve hekimine
güveninin devam etmesini sağlayabilir. Bazı hastalar,
durumlarının farkında olup ciddi sorunları olabileceğini tahmin
etmektedirler. Yine bir hastalığa yakalandıklarında, olabilecek
en kötü hastalık tanılarını akıllarına getirip, bunların
kendilerinde olmadığını duyma gereksinimi içinde olabilirler. Bu
nedenle, hastanın durumuna ilişkin sorular sorulması, onun
tanıyı duymaya hazır olma durumu ya da verilebilecek bilgi
miktarı konusunda hekime ipucu sağlayacaktır. Üzerinde durulması
gereken diğer konular, her insanın sağlık durumu ile ilgili
bilgi almak isteyip istemediğini belirtme hakkı olduğu ve
bilgilendirmenin hastanın hekimi tarafından yapılmasının
gerekliliğidir. Bilgilendirmede hekimin anlaşılır bir dil
kullanması, empatik yaklaşımda bulunarak hastanın yanında olduğu
mesajını vermesi, hastanın duygularını ifade etmesini
desteklemesi önemlidir. Bir sonraki aşamada ise prognoza ilişkin
verilebilecek bilgilerin birey üzerindeki etkisi dikkatli bir
şekilde değerlendirilmelidir. Yaşamlarını planlamayı amaçlayan
hastalar, detaylı bilgi isteme eğilimindeyken, hastalığını kabul
edemeyenlerde çok genel ve sınırlı bilgi verilmesi uygun
görülmektedir.
5. Biyo-Psiko-Sosyal Bütüncül Yaklaşım
Dünya Sağlık Örgütünün tanımına göre sağlık, kişinin fizik, ruh
ve sosyal açıdan tam bir iyilik hâli içinde olmasıdır. Bu
nedenle, hastanın iyileştirilme çabasında hekimin sadece
fiziksel iyilik hâlinin sağlanmasına odaklanması yeterli
değildir. Hastanın iyilik hâli, ancak biyo-psiko-sosyal bütüncül
yaklaşımla olanaklı olabilir. Kanser tanısına karşı hastanın
davranışı kültürel, sosyal, ekonomik, etnik ve eğitim gibi
etmenlere bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bu nedenle,
hastaya psikososyal destek sağlanması, hastaya yararlı olma
açısından gerekli görülmektedir.
Hekim, kanser sözcüğünün toplumda çoğu kez ölümle eş anlamlı
tutulduğunu unutmamalıdır. Kanser in hastada öncelikle yarattığı
korku duygusu, içinde belirsizlik, acı çekme, ekonomik düzenin
bozulması, ölüm korkusu gibi sorunları barındırmaktadır. Korku,
hastanın hastalığını ve tedaviyi reddetmesine neden olabilir.
Tedavi nedeni ile izolasyon, hastada yalnızlık ve toplumdan
soyutlanma hissine neden olabilir. Bu durumda hekimin yalnızca
hastanın fiziksel durumunu iyileştirme çabası yetersiz
kalacaktır. Öncelikle hastalığı kabullenebilme, tedavi sırasında
yaşanacak maddi ve manevi güçlükler, bu güçlüklerin hastaya
yaşatacağı duygulanım ve fiziksel eksiklik, terminal dönemde
kısıtlı bir yaşamın bilincinde olmak, hastanın tıbbi desteğe
ihtiyacı olduğu kadar psikolojik ve sosyal desteğe de yoğun
şekilde ihtiyaç duyduğunun göstergesidir. Tanının hastaya
söylenip söylenmemesi, ne zaman ve nasıl bilgi verileceği ise
hekim tarafından yaşanılan sorunlar arasındadır. Hekimin
bilgilendirmede doğru zaman ve doğru şekli bulması ise yine
hastanın psikososyal durumunun değerlendirilmesi ile
olanaklıdır. Ancak kanser tanısının, hastaların yanı sıra
hekimlerde de duygusal gerginliğe neden olması psikososyal
yaklaşımın önünde engel oluşturmaktadır. İş yoğunluğu ya da biyo-psiko-sosyal
bütüncül yaklaşım içerisinde olmayan bir hekim hastanın fiziksel
yakınmalarını düzenli olarak değerlendirse de, hastanın
psikososyal ve ekonomik sorunlarını yeterince dikkate
almayacaktır. Oysa hasta, tedavisi yapılırken fiziksel
sorunlarla birlikte ruhsal sorunlar da yaşamaktadır. Ölümcül bir
hastalığa sahip olduğu düşüncesi, primer tedavide uygulanan
kemoterapi ya da radyoterapi yöntemlerinin ve cerrahi
uygulamaların neden olduğu bazı fiziksel değişiklikler, hastada
psikolojik stres yaratabilir. Hasta, tedavi sonrası kendisini
halsiz hissedecek, bulantısı olacak ve kısmen saçları
dökülecektir. Tüm bunların yanı sıra, hastanın sosyal yaşamında
meydana gelecek değişiklikler ve hastalığın ekonomik boyutu,
hastayı zorlayan önemli etkenler olarak ortaya çıkar. İlerlemiş
olgularda tıbbi tedavi günlük yaşamı sürdürmeye, dayanma gücünü
arttırmaya ve günlük ihtiyaçları (giyinme, yemek yeme, temizlik
ihtiyaçları vb.) devam ettirmeye yardımcı olur. Burada amaç,
fiziksel fonksiyonları sürdürmek ve yaşam kalitesini
arttırmaktır. Günümüzde öncelik, fiziksel şikâyetlerin
azaltılması ve hastayı olanaklar ölçüsünde rahat ettirebilmekse
de, hastalığın getirdiği psikososyal sorunlar da en az kanser in
tedavisi kadar önem taşımaktadır. Ölüm düşüncesi ile yüzleşmek
zorunda olmak, hastalığın tekrarlayabileceği düşüncesi hastanın
tedavisini de olumsuz etkileyecektir. Tüm bunlar göz önüne
alındığında, hekimin hastasına karşı olan sorumluluğunun
ağırlığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Hekim, hastasını yalnızca hastalığı ile değil onun sosyokültürel
ve psikososyal durumu, ekonomik koşulları, yaşam görüşü, ahlâki
değerleriyle bir bütün olarak anlamaya çalışmalıdır. Böylece,
hastasının kanser le birlikte yaşamayı öğrenmesine, yapılacak
tedavi ve uygulamalara fiziksel ve ruhsal olarak hazırlanmasına
yardımcı olabilir. Kanser tedavisinde sonucun çoğu kez daha az
belirgin olması ve iyileşmeden ziyade semptomların
rahatlatılması hedeflendiğinden, amaç sadece yaşam kurtarmak ve
ömrü uzatmakla sınırlı kalmamakta, aynı zamanda hastanın yaşam
kalitesinin arttırılması da hedeflenmektedir. Yaşam kalitesini
oluşturan etmenler arasında ise fiziksel iyilik halinin
sağlanması kadar hastanın psikososyal yönden de iyilik hâlinin
sağlanması yer almaktadır. Yalnız hastalığın olmaması değil
ancak tam fiziksel, zihinsel, ruhsal ve sosyal iyilik hâli,
yaşam kalitesi için önemli parametreler olarak kabul
edilmektedir. Ancak hastanın biyo-psiko-sosyal bütüncül yaklaşım
içinde değerlendirilmesi ne kadar önemli olursa olsun, yoğun iş
temposu içerisinde çalışan hekimlerin çok azı hastaların
psikososyal durumunu değerlendirebilme olanağına sahip olmakta,
çoğu hekim ise sadece tetkiklerle hastanın tedaviye yanıtını
değerlendirmektedir. Oysa hastaların başarılı bir tedavi sonucu
olarak algıladıkları sadece uzamış bir ömür değil, iyi bir yaşam
kalitesinin de sağlanmasıdır.
Hastaların yaşadığı psikososyal sorunların değerlendirilmesinin
yanı sıra hekimlerin içinde bulunduğu ruh halinin de göz önüne
alınması, hasta-hekim ilişkisinin niteliği açısından gereklidir.
Ölümcül bir hastalık karşısında hastanın yaşadığı inkâr, öfke,
suçluluk, keder, depresyon, ümitsizlik, korku ve anksiyete
duyguları hekimlerde de ortaya çıkabilmektedir. Ancak hekimlerin
bu tür duygu ve tepkilerinin nedeni ve şiddeti genellikle farklı
olmaktadır. Hekimin ölümcül hastalık tanısı karşısında yaşadığı
inkâr duygusu, onu sadece hastalığı tedavi etme ve teknik
işlemleri gerçekleştirmeye odaklayabilmekte ve bu nedenle hasta
bakımının psikososyal yönü eksik kalabilmektedir. Hekimin hasta
bakımında yetersiz ve başarısız olmaktan duyduğu korku, suçluluk
duygusuna neden olabilmektedir. Yine duyulan bu korku, hekimin
hastayla iletişimini sınırlamasına neden olabilmektedir. Korku
duygusu, hastanın duygusal gereksinimlerini karşılamada yetersiz
olmanın bir sonucu olarak da karşımıza çıkar. Ayrıca hastalığın
tedaviye yanıt vermemesi, durumun giderek ağırlaşması, hastanın
acı çekmesinin önlenememesi hekimin öfke ve keder duygularını
yaşamasına neden olabilmektedir. Bakım verdiği hastaların
sürekli kayıplar yaşadığını gören hekimde belli bir süre sonra
tükenme sendromu gelişebilir. Bu nedenle hastalık ve ölüme
yüklenen anlamın açığa kavuşturulması, hekimin kendi
davranışlarına karşı iç-görü kazanması, etkili baş etme
yöntemleri geliştirmesi önemlidir.
Kanser in getirdiği çeşitli olumsuzluklar hastada ve çevresinde
psikososyal değişimlere neden olabilmekte ve zaman zaman
hekimlerde özellikle hastaya kötü tanının söylenmesinde stres
yaşanmaktadır. Bu nedenler, kanser de yaşamı etkileyen sosyal,
davranışsal ve psikolojik sonuçların incelenmesini ve hasta ile
hekimi arasındaki ilişkide biyo-psiko-sosyal bütüncül yaklaşımı
gerekli kılmaktadır.
SONUÇ
Hasta ve hekim arasında tek bir ideal ilişki modelinden söz
edilemez. Hekimin her hastaya göre değerlendirme yaparak,
hastanın yararını gözetecek şekilde ilişki kurma ve doğru
iletişimi geliştirme sorumluluğu vardır. Hastaların kanser le
yüzleşmeleriyle ortaya çıkan uyum sorunları, hastalıkla baş
edememe korkusu, yaşamdan beklenilenlerde belirsizlik, kontrol
kaybı hasta-hekim ilişkisinde hastadan kaynaklanan iletişim
sorunlarını oluşturur. Hekimin psikososyal yaklaşım ile ilgili
yeterli bilgiye sahip olmayışı, hasta ile empati kuramaması,
kanser gibi zor hastalıklar karşısında, hasta kayıplarının sık
yaşandığı durumlarda hekimin kendini çaresiz hissetmesi ve
depresif duygulara sahip olması, tanının hastadan gizlenmesi ya
da yeterli bilgi verilmemesinin sonucu olarak hastanın iletilen
bilgileri anlamada zorluk çekmesi ise hekimden kaynaklanan
sorunlar arasında sayılabilir.
Bu sorunların giderilmesi için;
1. Hastanın tanı ve tedavisi hakkında bilinçlendirilmesi,
hastaya net ve anlaşılır bilgilerin verilmesi, her aşamada
psikososyal desteğin sağlanması;
2. Hekimlerin hastaya yaklaşım konusunda eğitilmeleri ve
psikososyal onkoloji konusunda bilinçlendirilmeleri;
3. Hastaların psikososyal yönleri ile ilgilenecek danışmanların
bulunması ve kanser tedavisi yapılan yerlerde psikososyal
onkoloji birimlerinin kurulması;
4. Hekimlerin iş yoğunluğu ve stres yüklerinin hasta-hekim
ilişkisini etkilemesi nedeniyle daha iyi hizmet sunabilmek için
hekimlerin yaşam ve çalışma koşullarının düzeltilmesi
gerekmektedir.
Bu araştırma Türkiye Klinikleri Tıp Bilimleri dergisinin 28.
cilt, 1. sayısında yayınlanmıştır. Araştırmanın orijinal haline
http://tipbilimleri.turkiyeklinikleri.com adresinden
ulaşabilirsiniz.
|